şimdi bi sene daha geçince haliyle insanlar hep oturur mutlka bi son 1 yıl kritiği yaparlar. yanlış mı? değil yani neden olsun. işte bende düşünceler beynimde karışıp harmanlanıp sebze çorbasına dönüşmesin diye dedim bari bloğuma yazayım neden var o bir işe yarasın hani not tutar gbi olsun dedim. ama şuan anladım ki derslerdeki not tutma becerimi bilen bilir genelde girdiğim dersler gir(e)mediğim derslerin notlarını toplamakla geçer cüzdanımın en büyük düşmanı fotokobi masraflarımdır hiç yorulmam sıkılmam bundan hiç de bıkmadım bıkmam ve gördüm ki aynı başarıyı geçmiş ve geçmekte olan yıl analizi durumundada gösteriyormuşum.not tutamayan bir insanım.notsuzum.not zayıfıyım.nitekim notlarımda zayıf.
ozaman nabalım? tabiki bizde öğrenci gaza getrme yöntemlerine başvuralım:
adım 1: renkli renksiz ne idüğü belirsiz tonlarca kalem alınır,kırtasiyede üstüne dikilen asabi satıcı bakışları bilumum seviyede tutulabildiği sürece kalınır,gerekirse kovulunur,kapı dışarı edilinir.
adım 2:masanın,toplama notların başına geçilir.etrafa boş gözlerle bakılır.aniden aklına çok önemli bişey gelmiş gibi ordan kalkılır.en gereksiz ne kadar iş güç yada takılmaca varsa hepsi denenir.
adım 3: boşa vakit harcancak hiç bişey kalmadığından iyice emin olunur.
adım 4 : ama iyi ki her zaman mutlaka bişeyler kalmıştır aklınıza sonradan gelen!:) üşenmeden onlarda yapılır,tüm enerjiniz titizlik ile harcanır.
adım 5:aklınızdan zorunuz olduğunu kabullenip özenle bi taraflarınız tutuşturulur. yumurta sonunda kapınıza gelir dayanır.
adım 6:panik,dehşet içerisinde olası-olmayası,şişirilmiş-kendi haline bırakılmış bütün ihtimallerle notlarınız hesaplanır.
adım 7: nefes darlığı,kalp çarpıntısı,ölüvercek gibi hissetme,karabasanları uyanıkken görebilmeye başlayıp çığlık atamama vs belirtileri son noktadır.
adım 8:nihayet vakti gelmiştir.masaya geri dönülür.kazık çakılır.kazık bi yerlerinize kaçmasın diye diken üstünde vaziyette kahve ve redbulllar eşliğinde sabahlanır..
Ta-taaaam!! işte sadece 8 adım.bukadar basit bu olay.
ve bu yüzden hiç anlamıyorumki bu insanlar neden düşük notlar alıp mühendisliğin ne kdar ömür törpüsü,çin işkencesi zorluklar abidesi bi bölüm olduğunu düşünüyorlar.final haftaları neden bu kadar lanetlenmiş.işte hiç anlamıyorum ben.yeni yıldan dileğim masum vize-final haftalarının aklanması..
yazık yani. üzülüyor insan..
ehi.
30 Aralık 2008 Salı
15 Aralık 2008 Pazartesi
tell me a lie.
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
böle bir şarkı var
olmayınca olmuyor prensibine dayanıyor
kendimce bir 4o kuralı yarattım
Olursa Olur Olmazsa Olmaz
Sonra bu kuralı başka biriyle paylaştım gördüm cidden işe yarıyor
Ama nedense işe yarayan kısmı sadece 2. kısım
Bardağın boş tarafı da denebilir hani
Susadım
Ama bardağın boş tarafındaydım
Kurudum
Kırıldım
Toz oldum
Rüzgar aldı savurdu beni
Tanrım uçuyorum evet uçuyorum
Parçalarım farklı yerlerde ama hala aynı benim
Eskiden de tam değildim
Yağmur yağsa
Toplasa beni aynı toprakta
Üstümde bir leylak açsa
Mor leylaklar
Mor
Kırmızıyla mavi
Kadınla erkek gibi
Aşkı anlatsa bana
böle bir şarkı var
olmayınca olmuyor prensibine dayanıyor
kendimce bir 4o kuralı yarattım
Olursa Olur Olmazsa Olmaz
Sonra bu kuralı başka biriyle paylaştım gördüm cidden işe yarıyor
Ama nedense işe yarayan kısmı sadece 2. kısım
Bardağın boş tarafı da denebilir hani
Susadım
Ama bardağın boş tarafındaydım
Kurudum
Kırıldım
Toz oldum
Rüzgar aldı savurdu beni
Tanrım uçuyorum evet uçuyorum
Parçalarım farklı yerlerde ama hala aynı benim
Eskiden de tam değildim
Yağmur yağsa
Toplasa beni aynı toprakta
Üstümde bir leylak açsa
Mor leylaklar
Mor
Kırmızıyla mavi
Kadınla erkek gibi
Aşkı anlatsa bana
19 Kasım 2008 Çarşamba
18 Kasım 2008 Salı
14 Kasım 2008 Cuma
tehditsel hareketler bunlar.artiz misin?
ben hiç plan yapmadan yaşadığını iddia eden ama oto kontrolükıly oooor otomatikıly gizlice her salisesini hesaplayan,ama planları sadece boku yedim anlarında ortaya çıkaran bir manyağım.tek derdim sıkılmamak.heyecan bağımlısıyım.risk hastasıyım.
reçeteliyim,tescilliyim.
korkunuz.korkutunuz.
sadece kendi hayatım değil bana bulaşanların hayatlarınıda risklerle doldururum.kumarbazım.suça eğilimliyim.abartılmış kabartma tozuyum.
ama özümde iyi bir insanım. bana iyi davranın.
şaka be yahu.
reçeteliyim,tescilliyim.
korkunuz.korkutunuz.
sadece kendi hayatım değil bana bulaşanların hayatlarınıda risklerle doldururum.kumarbazım.suça eğilimliyim.abartılmış kabartma tozuyum.
ama özümde iyi bir insanım. bana iyi davranın.
şaka be yahu.
B Planı.
nam-ı değer başkent vize haftası geldi de çattı e hoş geldi hoş gitsin işallah. işallah işallah da topu topu 2 adet sınava giricem ne diye vize haftam var benim ne diye vize haftası sendromları,uykusuz geceler,kapıya dayanan yumurtalar triplerine sokuyorsunuz beni sanki normal bir öğrencilik dönemi geçiriyormuşum gibi.ey otoriteler o ölümcül,rezil,akla zarar,katil yönetmeliği hazırlayan sihirli parmaklar! onca dandik ayrıntıyı düşünmüşsünüz naparızda bu çocukların okulunu daha çok çok çok uzatırız diye e bide insaf edip bunuda düşünseydiniz de beni de şaşırtsaydınız?! bir kerede olsa eğitimci kimliğinizle değil de kendinizle çelişseydiniz.
neyse sizi vicdanınızla başbaşa bırakmak ne kelime sonsuza dek onunla mutluluklar diliyorum^^
zaten yeni kararlarım yeni planlarım geleceğe umutla bakan gözlerim var=P
ozaman coming soon. heycan dolu saatler bizleri bekliyor....
dın dırı dın dırı dın dırı dın dırı dın dırı dın dırı dın dırı dın
()
neyse sizi vicdanınızla başbaşa bırakmak ne kelime sonsuza dek onunla mutluluklar diliyorum^^
zaten yeni kararlarım yeni planlarım geleceğe umutla bakan gözlerim var=P
ozaman coming soon. heycan dolu saatler bizleri bekliyor....
dın dırı dın dırı dın dırı dın dırı dın dırı dın dırı dın dırı dın
()
12 Kasım 2008 Çarşamba
on.bir.kasım.benimgünümçocuklaaaaar!
küçük şeylere seviniyorum hola!
var mı itirazı olan? varsa da sonsuza dek susabilir kendileri çünkü ben böyleyim.böyle geldim böyle gideceğim.yok ki anacm bir itirazım.
mutluluğumdan rahatsız olabilcek kötü gün dostlarım.hyr yanlış yazmadım.kötü gün dostu 2 ye ayrılır;
sadece kötü anlarında seni sevdiğinden bayıldığından değilde insanlığından ötürü yanında olanlar,hem iyi hem kötü her anında seninle olanlar olarak.evet bazıları var ki mutluluğunu paylaşamıyor seninle ne yazıkki.kıskançlıkmı bu bilmiyorum.bi şeklde rahatsız oluyor kendi mutsuzken senin mutlu olmandan.onları tenzih ederim bu yazımdan.ve mümkünse bi zahmet hayatımdanda.yoruldum artık ben cidden.sorunum sizinle değil hayır.ama kalabalık etmeyelim bizbize olalım diye sadece. (bebiş tavrı.bebiş kıvırması örneğisi.)
neyyyse kadim dostlarım,sevdiceklerim.beni böyle sevin diye de şımaracağım.hakkım çünkü.doğum günü çocuğuyum.abartılmş haklara sahibim.abartılmış kahkahalarda atarm zaten hep.gülmek ömrü uzatırmış.ama bununla bi alakası yok kahkahalarımın.böyle özel günleri aslnda saçma bulurum.ama bu defa kızdm kendme,fikrimi değiştirdim bir defaya mahsus olarak.
seviyorum siziii!
iyiki varsınız,isim belrtemem böylede gizemli ayaklarım vardır ama onlar kendilerini biliyo bana 3 gün 3 gece bayram yaşatan böcüklerim hepiniz bnmsiniz,bırakmam sizi yakanızda olucam şimdiye kdr olduğu gb bundan sonrada hep.
cansım cansuyusum:) en çokda sana bu dediklerim,odun muyuz biz derdik,cvbım:odunuz evet ama arada bir işte oluyo böyle..mutluluğumuzuda mutsuzluğuzuda paylaştığımız için. karmaşamızın arasnda bile mutlu etmeye çalışabildiğimiz için(öbeeeh çok derin annamlı cmleler kuruorm ama az sonra bitior sabır biraz yarabbi). çoğul konuşuyorum ama sen anlarsn be.cangızsın bi kere sen=P
hayatımdaki tüm cangızlara madem.politiğim yaa.ne kolay herşey işte böle:)
iyi geceler de diliyorum.öküzlük ettiğim insanlardanda asla karşılaşıpda okumayacaklarını bildiğim bu dandirik bloğumdan doğruda olsa özür dileyip vicdanımı rahata erdiriyorum.
bencillik mi,var biraz evet.
dedim ya!
doum günü çocuğuyum!=P
var mı itirazı olan? varsa da sonsuza dek susabilir kendileri çünkü ben böyleyim.böyle geldim böyle gideceğim.yok ki anacm bir itirazım.
mutluluğumdan rahatsız olabilcek kötü gün dostlarım.hyr yanlış yazmadım.kötü gün dostu 2 ye ayrılır;
sadece kötü anlarında seni sevdiğinden bayıldığından değilde insanlığından ötürü yanında olanlar,hem iyi hem kötü her anında seninle olanlar olarak.evet bazıları var ki mutluluğunu paylaşamıyor seninle ne yazıkki.kıskançlıkmı bu bilmiyorum.bi şeklde rahatsız oluyor kendi mutsuzken senin mutlu olmandan.onları tenzih ederim bu yazımdan.ve mümkünse bi zahmet hayatımdanda.yoruldum artık ben cidden.sorunum sizinle değil hayır.ama kalabalık etmeyelim bizbize olalım diye sadece. (bebiş tavrı.bebiş kıvırması örneğisi.)
neyyyse kadim dostlarım,sevdiceklerim.beni böyle sevin diye de şımaracağım.hakkım çünkü.doğum günü çocuğuyum.abartılmş haklara sahibim.abartılmış kahkahalarda atarm zaten hep.gülmek ömrü uzatırmış.ama bununla bi alakası yok kahkahalarımın.böyle özel günleri aslnda saçma bulurum.ama bu defa kızdm kendme,fikrimi değiştirdim bir defaya mahsus olarak.
seviyorum siziii!
iyiki varsınız,isim belrtemem böylede gizemli ayaklarım vardır ama onlar kendilerini biliyo bana 3 gün 3 gece bayram yaşatan böcüklerim hepiniz bnmsiniz,bırakmam sizi yakanızda olucam şimdiye kdr olduğu gb bundan sonrada hep.
cansım cansuyusum:) en çokda sana bu dediklerim,odun muyuz biz derdik,cvbım:odunuz evet ama arada bir işte oluyo böyle..mutluluğumuzuda mutsuzluğuzuda paylaştığımız için. karmaşamızın arasnda bile mutlu etmeye çalışabildiğimiz için(öbeeeh çok derin annamlı cmleler kuruorm ama az sonra bitior sabır biraz yarabbi). çoğul konuşuyorum ama sen anlarsn be.cangızsın bi kere sen=P
hayatımdaki tüm cangızlara madem.politiğim yaa.ne kolay herşey işte böle:)
iyi geceler de diliyorum.öküzlük ettiğim insanlardanda asla karşılaşıpda okumayacaklarını bildiğim bu dandirik bloğumdan doğruda olsa özür dileyip vicdanımı rahata erdiriyorum.
bencillik mi,var biraz evet.
dedim ya!
doum günü çocuğuyum!=P
10 Kasım 2008 Pazartesi
.empyt space,to fill an empty place
yu
meyk
mi
tayrıd.
layf
wants
tu
live
yu
cast
want
tu
watch it...
meyk
mi
tayrıd.
layf
wants
tu
live
yu
cast
want
tu
watch it...
7 Kasım 2008 Cuma
22 Ekim 2008 Çarşamba
Hey Dürzü!
Ne ararsın Allah ile aramda! Sen kimsin ki orucumu sorarsın? Hakikaten gözün yoksa haramda, başı açığa niye türban sorarsın? Rakı, şarap içiyorsam sana ne.. Yoksa kimseye bir zararım, içerim. İkimizde gelsek kıldan köprüye, ben dürüstsem sarhoşkende geçerim. Esir iken mümkün müdür ibadet? Yatıp kalkıp Atatürk 'e dua et. Senin gibi dürzülerin yüzünden, dininden de soğuyacak bu millet. İşgaldeki hali sakın unutma. Atatürk 'e dil uzatma sebepsiz. Sen anandan gene çıkardın amma, baban kimdi bilemezdin Şerefsiz.
Neyzen Tevfik.
Neyzen Tevfik.
20 Ekim 2008 Pazartesi
turuncu otobüs.
ben yine uyuyamıoyorum yabadabadu!
bu mevsim karmaşa mevsimi.
sakin,dingin,karmaşığım.
hep böyle geçer burda aralığa kadar.
seviyorum bu aralık mevsimi.daha kış olamamış bu soğukları.bu geçişi.bu halimi.
çok fazla hayatına girmiyorum kimsenin şu sıralar.çok fazla ilişmiyorum.oturdum izliyorum.yayıldım oturduğum yere.sadece izleyince rahatsın tabi.suskunsun.sessizsin.
kendi içime okdr çok konuşuyorumki dışarıya bişey kalmıyor.
hep böyle olurum söyliceklerim çok olunca.
bugün haftasonu kaçmasından dönerken kaza yaptık.yolda kaldık.
daha önce hiç yolda kalmadım mı yoksa şuursuzluğuma mı denk geldiler onlar bilmiyorum ama bgnkinden nefret ettim.
yol önünde duruyo ama sende duruyosun.
nereye gittiği belli yolun.
tabelalar heryerde.ama hareketsizsin sen be.
tek yaptığın duran yola bakmak.
yol gitsin bende gideyim diye beklemek.
yol gitmezki şapşal otobüs!
hayatın stop buttonu.8 dakika sözü verip bitmeyen reklamı.
sonra bi balon çıktı kafamın hemen üstünde.
bi baktım ben yol kenarındaki otobüs olmuşum turuncu saçlarımla.
önümde duran yolda kendi hayatım.
ah be!
yol durmazki şapşal otobüs!
13 Ekim 2008 Pazartesi
21 Eylül 2008 Pazar
La Boktaine Masalları
evvet burdayım!
sess e-a!
çıplak gözle değil görmek bakmaya bile korktuğum herbişey şimdi karşmda korumalı camlı bi fanusda hapsedildi.
'mission completed!' mı? cxx okadarda değil ne sandın sen beni uzay filmi çekmioruz dünyalı normale yakın varlklarız! neyse..
cam fanus diordum. hapesettim diordum..
hani polis telsizine bi anons geçer "asmaaltı mahallesi tekerlekli hududu no... da kmliği belirsiz 3 şüpheliye rastlandı 3 ü de suçluymuş yakalanıp hemen hapsedildiiii!!" diye.. ehea tamam böyle bi anons geçmez hiç bi zaman.zaten anonsla işim yok. duyurmaya çalışmam değil tam tersi gizli görev belleip sinsice ve fettanca ve şeytanca davranıp işimi halletmem gerek.
tüm bunlar olurken yani ben sinsi fettan ve şeytanken bi peri gelmiş.. cadı nın olduğu yerde peri de olck tabiki bunlar evrensel dengeler herkes bilir! ama bu peri başka peri. sinsi-fettan-ve şeytan cadının hapsettiği ne varsa çıkarması beklenirken fanusun etrafına simsiyaah bi perde çekmiş. ne içerdekiler dışarıyı ne de sinsi-fettan-şeytan cadı içeriyi görebilir olmuş.sinsi fettan ve şeytan olmasının yanında 2 yüzlü olmasıda beklenen ama bunu b türlü beceremediğinden hiç terfi edemeyeip yıllardır okunmayan siyah beyaz masallarda kalan cadı tabiki periyle peri olamamış ve aklını çelememiş.
masalın sonuna kadarda kmse izlememiş.çoktan kanal değiştirmiş.
sonu kimse beklememiş.
son bi türlü gelememiş...
sess e-a!
çıplak gözle değil görmek bakmaya bile korktuğum herbişey şimdi karşmda korumalı camlı bi fanusda hapsedildi.
'mission completed!' mı? cxx okadarda değil ne sandın sen beni uzay filmi çekmioruz dünyalı normale yakın varlklarız! neyse..
cam fanus diordum. hapesettim diordum..
hani polis telsizine bi anons geçer "asmaaltı mahallesi tekerlekli hududu no... da kmliği belirsiz 3 şüpheliye rastlandı 3 ü de suçluymuş yakalanıp hemen hapsedildiiii!!" diye.. ehea tamam böyle bi anons geçmez hiç bi zaman.zaten anonsla işim yok. duyurmaya çalışmam değil tam tersi gizli görev belleip sinsice ve fettanca ve şeytanca davranıp işimi halletmem gerek.
tüm bunlar olurken yani ben sinsi fettan ve şeytanken bi peri gelmiş.. cadı nın olduğu yerde peri de olck tabiki bunlar evrensel dengeler herkes bilir! ama bu peri başka peri. sinsi-fettan-ve şeytan cadının hapsettiği ne varsa çıkarması beklenirken fanusun etrafına simsiyaah bi perde çekmiş. ne içerdekiler dışarıyı ne de sinsi-fettan-şeytan cadı içeriyi görebilir olmuş.sinsi fettan ve şeytan olmasının yanında 2 yüzlü olmasıda beklenen ama bunu b türlü beceremediğinden hiç terfi edemeyeip yıllardır okunmayan siyah beyaz masallarda kalan cadı tabiki periyle peri olamamış ve aklını çelememiş.
masalın sonuna kadarda kmse izlememiş.çoktan kanal değiştirmiş.
sonu kimse beklememiş.
son bi türlü gelememiş...
2 Eylül 2008 Salı
hadi varyemez amcacılık oynayalım!!
varsayımlar yoksayımlar.
bazen hayat bir süreliğine bunlardan ibaret hale geliveriyor. böyledir bazen. o koskoca yaşamda incir çekrdeği kadar yer kaplayan şeyler bir anda 'hayat' oluverir. daha da kötüsü. hayatın kendisi oluverir.
heryerde kullanılır bu olgu. yutarız bizde. aslında yutmak deil. gerçek bu yahu! hayatın tadı coca-cola, hayatın sınavı öss, hayatının anlamı X kişisi, hayatının laneti koca burnun, hayatın 'maksimum'u, vs vs. sonsuza dek çoğaltılabilir örnekler. çoğalırken hayatı da çoğaltır sanmayın. bunlar çoğalırken hayat daralır,ezilir büzülür,cebe girer!
gelgelelim varsayımlar. yoktan varsaymalar vardan varyemez çıkartmalar...
ben kavgacı bi insanım. öyle çok çemkirenler gittiği yere mahallesinden replikler taşıyanlardan değil. sessiz kavga edenlerden.
en çok da hayatla kavgalıyım.
sevdiğinden yapıyor durumu sözkonusu olsada bunu anlamanız uzun sürer,çaktırmam.
hep eşelerim toprakları. tırnaklarım kısadır oyüzden. ojelerimde hep bozuk yarım yamalak.
langır lungur-haldır huldur yaşam tarzı bunun adı.
bazende hiçbişey bulamam.. varlığını bilirim. ama dokunamam. çıkagelir varsayımlarım. aslında bana yanlış-sayımlarım. sayaçları doğuştan bozuk. her sefernde kandırırlar beni. kandırılmak istediğimden belki. insan bazen inancak hiç bişi bulamaz. ama inanmalıdır bişeye. o vakit başlar 'yanlış' saydırmaya. o sayaç mutlaka durur b yerde.
yanlış yermiş! o sırada kimin umrunda!
bazen hayat bir süreliğine bunlardan ibaret hale geliveriyor. böyledir bazen. o koskoca yaşamda incir çekrdeği kadar yer kaplayan şeyler bir anda 'hayat' oluverir. daha da kötüsü. hayatın kendisi oluverir.
heryerde kullanılır bu olgu. yutarız bizde. aslında yutmak deil. gerçek bu yahu! hayatın tadı coca-cola, hayatın sınavı öss, hayatının anlamı X kişisi, hayatının laneti koca burnun, hayatın 'maksimum'u, vs vs. sonsuza dek çoğaltılabilir örnekler. çoğalırken hayatı da çoğaltır sanmayın. bunlar çoğalırken hayat daralır,ezilir büzülür,cebe girer!
gelgelelim varsayımlar. yoktan varsaymalar vardan varyemez çıkartmalar...
ben kavgacı bi insanım. öyle çok çemkirenler gittiği yere mahallesinden replikler taşıyanlardan değil. sessiz kavga edenlerden.
en çok da hayatla kavgalıyım.
sevdiğinden yapıyor durumu sözkonusu olsada bunu anlamanız uzun sürer,çaktırmam.
hep eşelerim toprakları. tırnaklarım kısadır oyüzden. ojelerimde hep bozuk yarım yamalak.
langır lungur-haldır huldur yaşam tarzı bunun adı.
bazende hiçbişey bulamam.. varlığını bilirim. ama dokunamam. çıkagelir varsayımlarım. aslında bana yanlış-sayımlarım. sayaçları doğuştan bozuk. her sefernde kandırırlar beni. kandırılmak istediğimden belki. insan bazen inancak hiç bişi bulamaz. ama inanmalıdır bişeye. o vakit başlar 'yanlış' saydırmaya. o sayaç mutlaka durur b yerde.
yanlış yermiş! o sırada kimin umrunda!
24 Ağustos 2008 Pazar
Mr.Mon Seni Özleyeceğiz!
Ben Pazar günlerini hiç sevmem. bilen bilir. bilmeyene anlatmasın.Sanki hiçkimse anlamaz beni pazar günleri,dünyanın en şanssız en kadersiz en umutsuz insanı gibi hissederim.
sanki olduğum gibi kabul görülmem,sanki her zaman olan şey olmaz.sanki sevilmem sanki saymam kendimi, hatta yukardan kafama saksı inse 'e bugün pazar napalım olucak artık..'lara kadar da gidebilirim.pazar günü beni sevmiyor ben de onu.
Geçtiğimiz pazar ise bir cinsiyet değişikliği ameliyatını internet yoluyla izlememle başladı.(pazar günü çünkü.böyle)
Mr. Mon 45 dakika içersinde Mrs Monica oluvermişti,e tebriklerdi.
Fakat Pazar gününü geçtim merak ediyorum nasıl devam ediyor Mon/Monica olunca? Bu ne güç,bu ne güçlü tahammül?
Ben ve çoğunluk bile görsellikle ilgili duyduğumuz sorulara tahamül edemezken helal olsun valla bravo dedim Monica'ya.duymadı.Şu değindim görsellikle ilgili sorular da bilindik şuyun şöyle mi buran estetik mi yok şuyun bu mu tarzı dandiklerdir.
çok nadir olsa da rastlıyorum ve 'e yok artık sarı çizmeli necmiye'yim ben de rugan ayakkabılı Pelin Batu takliti yapıyorum.' diyesim geliyor.e susuyorum.erdem diye.
Bu tür sorularda takılı kalmış insanların yasadığı bi toplumda cinsiyet ameliyatı geçiren bir insanın hepimizle aynı şartlarda ve aynı ortamda mutlu mesut huzurlu yaşama ptansiyeli sizce eksi yüzde kaç eksidir?bu nasıl bir yergidir?
Ben postiş muhabbetine bile dayanamıyor tutmaya iğreniyorken kuaför de bir hatun çıkageldi eski bir pazar günü.(yine bi pazar..)
Hem de gözlerini kocaman yapıp kıskanç kıskanç 'çıtçıtlarımı değiştirmeyi düşünüyorum, senin saçların gerçek mi' diye bir soruyla geldi. HÖ? Lütfen benimle beraber OFF' larmısınız?
Ben şimdi sana senin istediğin cevabı vererek yalan söylesem ve desem ki 'evet çıtçıt baaak ne güzel dimi yere kadar değil ama napayım artık enazından popomu kapıyor' desem gözlerinde ki o kıskanç ifade koşarak gidecek ve rahat bir nefes alıp 'biliyordum zaten'deyiverceksin ve nefesini geri vericeksin.ben de sana dicem ki ah ne güzel ortak özelliğimizde var hadi bari .sarılalım sıkı sıkı...'hayır bana ait' dediğimde utanmadan bir de plastik sandalyenden kalkıp saclarıma dokunuyorsun 'acaba yalan mı?' ' inanmıyorum kuduruyorum şu an nasıl gercek olabilir ya bunlar uzay saçıııı!' bak şimdi senin yalanını ortaya çıkartıcam da nasıl mort edicem seni pis kız seni!' diye diye kuduruyorsun sen içten içe..niye?
vallahi anlayamıyorum.saç uzunmuş kısaymış mormuş yeşilmiş meme küçükmüş büyükmüş bacak çarpıkmış düzgünmüş burun yamukmuş normalmiş boy kısaymış uzunmuş adam kelmiş bonusmuş.
bırakın kızlar!
Mon= Monica oldu!
onu da bırakın.şunu tutun: "gel, gel, ne olursan ol yine gel''
mevlana şöyle diyor:
ister kafir, ister mecusi,
ister put'a tapan ol yine gel,
bizim dergah'ımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel..."
ya..ya...
sanki olduğum gibi kabul görülmem,sanki her zaman olan şey olmaz.sanki sevilmem sanki saymam kendimi, hatta yukardan kafama saksı inse 'e bugün pazar napalım olucak artık..'lara kadar da gidebilirim.pazar günü beni sevmiyor ben de onu.
Geçtiğimiz pazar ise bir cinsiyet değişikliği ameliyatını internet yoluyla izlememle başladı.(pazar günü çünkü.böyle)
Mr. Mon 45 dakika içersinde Mrs Monica oluvermişti,e tebriklerdi.
Fakat Pazar gününü geçtim merak ediyorum nasıl devam ediyor Mon/Monica olunca? Bu ne güç,bu ne güçlü tahammül?
Ben ve çoğunluk bile görsellikle ilgili duyduğumuz sorulara tahamül edemezken helal olsun valla bravo dedim Monica'ya.duymadı.Şu değindim görsellikle ilgili sorular da bilindik şuyun şöyle mi buran estetik mi yok şuyun bu mu tarzı dandiklerdir.
çok nadir olsa da rastlıyorum ve 'e yok artık sarı çizmeli necmiye'yim ben de rugan ayakkabılı Pelin Batu takliti yapıyorum.' diyesim geliyor.e susuyorum.erdem diye.
Bu tür sorularda takılı kalmış insanların yasadığı bi toplumda cinsiyet ameliyatı geçiren bir insanın hepimizle aynı şartlarda ve aynı ortamda mutlu mesut huzurlu yaşama ptansiyeli sizce eksi yüzde kaç eksidir?bu nasıl bir yergidir?
Ben postiş muhabbetine bile dayanamıyor tutmaya iğreniyorken kuaför de bir hatun çıkageldi eski bir pazar günü.(yine bi pazar..)
Hem de gözlerini kocaman yapıp kıskanç kıskanç 'çıtçıtlarımı değiştirmeyi düşünüyorum, senin saçların gerçek mi' diye bir soruyla geldi. HÖ? Lütfen benimle beraber OFF' larmısınız?
Ben şimdi sana senin istediğin cevabı vererek yalan söylesem ve desem ki 'evet çıtçıt baaak ne güzel dimi yere kadar değil ama napayım artık enazından popomu kapıyor' desem gözlerinde ki o kıskanç ifade koşarak gidecek ve rahat bir nefes alıp 'biliyordum zaten'deyiverceksin ve nefesini geri vericeksin.ben de sana dicem ki ah ne güzel ortak özelliğimizde var hadi bari .sarılalım sıkı sıkı...'hayır bana ait' dediğimde utanmadan bir de plastik sandalyenden kalkıp saclarıma dokunuyorsun 'acaba yalan mı?' ' inanmıyorum kuduruyorum şu an nasıl gercek olabilir ya bunlar uzay saçıııı!' bak şimdi senin yalanını ortaya çıkartıcam da nasıl mort edicem seni pis kız seni!' diye diye kuduruyorsun sen içten içe..niye?
vallahi anlayamıyorum.saç uzunmuş kısaymış mormuş yeşilmiş meme küçükmüş büyükmüş bacak çarpıkmış düzgünmüş burun yamukmuş normalmiş boy kısaymış uzunmuş adam kelmiş bonusmuş.
bırakın kızlar!
Mon= Monica oldu!
onu da bırakın.şunu tutun: "gel, gel, ne olursan ol yine gel''
mevlana şöyle diyor:
ister kafir, ister mecusi,
ister put'a tapan ol yine gel,
bizim dergah'ımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel..."
ya..ya...
20 Ağustos 2008 Çarşamba
tam sopalığız!
Kimsin sen? Seni ne mutlu eder?
Mesela ben, bu yaz, boncuk misali misinamdan kopup dağıldım. Yerçekimine teslim oldum ve yuvarlandım. Seviyorum bu yeni halimi. Daha az kontrollü. Biraz likörlü. Rahat.
Sanki bir cam açıldı da içimde, yüzüme rüzgar vuruyor. Kapılarımı açtım. Çok kilitlemişim canım ben de. O kadar da izole olmaya gerek yok. O kadar da suç yok mahallede.
Kapıların altından taştım dışarı, bir madde gibi. Şimdi bunu size anlatmak zor. Ama anladınız. Basit sorularla karşılaştım. Karşılandım desem daha doğru. Bence insan karşılaşmıyor, karşılanıyor. Çünkü sen gidiyorsun, sen çağırıyorsun, bir şeyler de seni karşılıyor işte.
Biraz cesaretle kaybolursan, fantastik filmlerdeki gibi, tuhaf dost yaratıklar ’hoş geldin’ diyerek, seni yeni bir haline buyur ediyorlar.
Benim bu halime gelmem için, hayatın basit sorularına cevap vermem gerekti. Bir tür kapı parolası diyelim. İnsan kendine, süper karışık sorular kokteylleri hazırlayıp, onlarla sarhoş oluyor. Sağa sola çarpıp, evini bulamıyor icabında.
Halbuki hiç gerek yok. Basit sorulara cevap vermek, insanı ayık yapar. Ayık tutar.
Mesela şu: Kimsin sen? Seni ne mutlu eder?
Öyle basit ve çocukça bir soru ki, insan cevabına yeltenmeyebilir. Gibi gelebilir. Fakat dönüp dönüp bir daha bakın bakın bakalım. Kolay mı cevabı. Kesinlikle değil.
Hele benim gibi, beyninin kabloları karışmış bir tip için.
En kalın iki kablo bunlar bile olsa, gö re mi yo rum bile!
Sustum ben, kendime bu soruları sorunca. Aklıma hemen, herkese giden cevaplardan geldi. Ama yolladım. Cevap da basit olmalı. Bir paragraf olmamalı.
Öyle politik, yapay olmamalı. Dümdüz bir cevap olmalı.
Sopa gibi.Herkes kendini, arada bir balkondan sarkıtıp sopalamalı.
Arkadaşlarını, sevgilisini, kimi varsa sopalamalı.
Mesela ben, bu yaz, boncuk misali misinamdan kopup dağıldım. Yerçekimine teslim oldum ve yuvarlandım. Seviyorum bu yeni halimi. Daha az kontrollü. Biraz likörlü. Rahat.
Sanki bir cam açıldı da içimde, yüzüme rüzgar vuruyor. Kapılarımı açtım. Çok kilitlemişim canım ben de. O kadar da izole olmaya gerek yok. O kadar da suç yok mahallede.
Kapıların altından taştım dışarı, bir madde gibi. Şimdi bunu size anlatmak zor. Ama anladınız. Basit sorularla karşılaştım. Karşılandım desem daha doğru. Bence insan karşılaşmıyor, karşılanıyor. Çünkü sen gidiyorsun, sen çağırıyorsun, bir şeyler de seni karşılıyor işte.
Biraz cesaretle kaybolursan, fantastik filmlerdeki gibi, tuhaf dost yaratıklar ’hoş geldin’ diyerek, seni yeni bir haline buyur ediyorlar.
Benim bu halime gelmem için, hayatın basit sorularına cevap vermem gerekti. Bir tür kapı parolası diyelim. İnsan kendine, süper karışık sorular kokteylleri hazırlayıp, onlarla sarhoş oluyor. Sağa sola çarpıp, evini bulamıyor icabında.
Halbuki hiç gerek yok. Basit sorulara cevap vermek, insanı ayık yapar. Ayık tutar.
Mesela şu: Kimsin sen? Seni ne mutlu eder?
Öyle basit ve çocukça bir soru ki, insan cevabına yeltenmeyebilir. Gibi gelebilir. Fakat dönüp dönüp bir daha bakın bakın bakalım. Kolay mı cevabı. Kesinlikle değil.
Hele benim gibi, beyninin kabloları karışmış bir tip için.
En kalın iki kablo bunlar bile olsa, gö re mi yo rum bile!
Sustum ben, kendime bu soruları sorunca. Aklıma hemen, herkese giden cevaplardan geldi. Ama yolladım. Cevap da basit olmalı. Bir paragraf olmamalı.
Öyle politik, yapay olmamalı. Dümdüz bir cevap olmalı.
Sopa gibi.Herkes kendini, arada bir balkondan sarkıtıp sopalamalı.
Arkadaşlarını, sevgilisini, kimi varsa sopalamalı.
Hayat Amaaan'dan Amman'a uzanan baharat yoludur
Cep telefonumun c'si bozuldu. Yazdığım silinmez oldu.
Sadece c'si değil a'sı, b'si de bozuldu. Çalışan tuş sayısı bir hafta boyunca üç-beş civarı oldu.
Allahtan insan hayatta kalmaya programlı, kendimce yöntemler geliştirdim. Komünikasyonu kesmedim. Fakat delirecektim.
Ne kaydettiysem durdu. Ne yazdıysam oydu. Sinirlerim bozuldu. Sonra bütün bunların bir nedeni oldu. Bi şeyler anlar gibi oldum. Hmmm'ını çıkardım hemen.
İşte cebinin c'si bozulanın hayatı kullanma kılavuzu:
Yaptıklarının ve dediklerinin U dönüşü yok! İnsan silmenin mümkün olmadığını bilince, daha dikkatli yazıyor. İki saniye daha düşünüp yazıyor. Yoksa başa dönüp her şeyi baştan yazması gerekir ki, asla aynısı olmaz. Aslında vakit kazandırıyor. Çünkü silinebilir diye düşünürsen, daha fazla hata yapıyorsun. İki ileri bir geri gidiyorsun. Silmek yok diye düşünüp yazarsan, hem daha güzel yazıyorsun, hem de daha hızlı.
(Bu paragraftaki bütün ‘yazmak'ları ‘yaşamak'la değiştirin. Voila!)
Kaydettiğin şeyleri kaybetmek yok! Demek psikiyatristlerin Freud amcayla elimizden tutup, çocukluğumuza götürüp durması bundanmış. Silemeyince, kafadaki hard diskte hepsinin yeri var.
Nezaketen kaydettiğin bir numara, çektiğin bir resim, duyduğun bir ses, hepsi vargüçleriyle ordalar. Neyi kaydettiğine dikkat ediyorsun.
Öyle laf olsun diye bi şeyi hafızana buyur etmiyorsun. Mazeretin var silemiyorsun sen! Seçici davranmak, her şeyi tartmak en doğal hakkın oluyor tabii.
Çok yol almışsan, hatayı unut! Offf o ne stres, uzun uzun yazmışsın, tamam bir-iki harf önemli değil fakat, hata yapmaya hakkın yok artık!
Hayatta başarıyla gidilmiş, destanlar yazılmışsa bilin ki o insan diken üstünde. Mesajı oraya kadar güzel güzel yazmış insan, kolay kolay hata yapmayan biridir. Bu ‘kesin!'dir. Başarı hikayeleri yazıldıkça, başarısızlık olasılığı düşer. Bu matematiktir. (Metafizik bambaşka şeyler söyleyebilir.)
Yine de ihtimali az olan bu şey, olursa daha büyük bir yıkım demek.
Onca doğru harf doğru kelimeye, doğru kelimeler doğru cümleye, doğru cümleler güzel hikayeye gitmiştir. İnsan böyle bir durumda hemen yavaşlar! 20'li yaşların başında ‘amaaan silerim, olmadı baştan yazarım' dediği şey, ‘amman dikkat'e dönüşüverir.
Amaaan'dan Amman'a yapılan bu seferde
savaşlar ve barışlar olur.
Virgüllerde geçilir,
soru işaretlerinde beklenir,
noktalarda durulur.
Şansın varsa bir gün adının sonuna
bir ünlem konur!
Hayat da bu iki şehir arası, baharat yoludur.
Tuşlar bir bozuldu. En zor şey silememekmiş meğer oldu.
Gerisi halloluyor. İnsan bir tuşta üç harften bile vazgeçebiliyor icabında. Bence insanda da silme tuşu yok, hayatta da.
Lakin ‘iki nokta üst üste'n ve ‘kapa parantez'in varsa korkma, Amaaan'da da Amman'da da hava güneşli sana :)
(alıntıdır.soygun değildir.bide güzeldir.)
Sadece c'si değil a'sı, b'si de bozuldu. Çalışan tuş sayısı bir hafta boyunca üç-beş civarı oldu.
Allahtan insan hayatta kalmaya programlı, kendimce yöntemler geliştirdim. Komünikasyonu kesmedim. Fakat delirecektim.
Ne kaydettiysem durdu. Ne yazdıysam oydu. Sinirlerim bozuldu. Sonra bütün bunların bir nedeni oldu. Bi şeyler anlar gibi oldum. Hmmm'ını çıkardım hemen.
İşte cebinin c'si bozulanın hayatı kullanma kılavuzu:
Yaptıklarının ve dediklerinin U dönüşü yok! İnsan silmenin mümkün olmadığını bilince, daha dikkatli yazıyor. İki saniye daha düşünüp yazıyor. Yoksa başa dönüp her şeyi baştan yazması gerekir ki, asla aynısı olmaz. Aslında vakit kazandırıyor. Çünkü silinebilir diye düşünürsen, daha fazla hata yapıyorsun. İki ileri bir geri gidiyorsun. Silmek yok diye düşünüp yazarsan, hem daha güzel yazıyorsun, hem de daha hızlı.
(Bu paragraftaki bütün ‘yazmak'ları ‘yaşamak'la değiştirin. Voila!)
Kaydettiğin şeyleri kaybetmek yok! Demek psikiyatristlerin Freud amcayla elimizden tutup, çocukluğumuza götürüp durması bundanmış. Silemeyince, kafadaki hard diskte hepsinin yeri var.
Nezaketen kaydettiğin bir numara, çektiğin bir resim, duyduğun bir ses, hepsi vargüçleriyle ordalar. Neyi kaydettiğine dikkat ediyorsun.
Öyle laf olsun diye bi şeyi hafızana buyur etmiyorsun. Mazeretin var silemiyorsun sen! Seçici davranmak, her şeyi tartmak en doğal hakkın oluyor tabii.
Çok yol almışsan, hatayı unut! Offf o ne stres, uzun uzun yazmışsın, tamam bir-iki harf önemli değil fakat, hata yapmaya hakkın yok artık!
Hayatta başarıyla gidilmiş, destanlar yazılmışsa bilin ki o insan diken üstünde. Mesajı oraya kadar güzel güzel yazmış insan, kolay kolay hata yapmayan biridir. Bu ‘kesin!'dir. Başarı hikayeleri yazıldıkça, başarısızlık olasılığı düşer. Bu matematiktir. (Metafizik bambaşka şeyler söyleyebilir.)
Yine de ihtimali az olan bu şey, olursa daha büyük bir yıkım demek.
Onca doğru harf doğru kelimeye, doğru kelimeler doğru cümleye, doğru cümleler güzel hikayeye gitmiştir. İnsan böyle bir durumda hemen yavaşlar! 20'li yaşların başında ‘amaaan silerim, olmadı baştan yazarım' dediği şey, ‘amman dikkat'e dönüşüverir.
Amaaan'dan Amman'a yapılan bu seferde
savaşlar ve barışlar olur.
Virgüllerde geçilir,
soru işaretlerinde beklenir,
noktalarda durulur.
Şansın varsa bir gün adının sonuna
bir ünlem konur!
Hayat da bu iki şehir arası, baharat yoludur.
Tuşlar bir bozuldu. En zor şey silememekmiş meğer oldu.
Gerisi halloluyor. İnsan bir tuşta üç harften bile vazgeçebiliyor icabında. Bence insanda da silme tuşu yok, hayatta da.
Lakin ‘iki nokta üst üste'n ve ‘kapa parantez'in varsa korkma, Amaaan'da da Amman'da da hava güneşli sana :)
(alıntıdır.soygun değildir.bide güzeldir.)
En büyük üç yapıştırıcı: Kan, hayal ve aşk.
İnsan bir yanı çıtçıtlı doğan bir ırk.
Çıtını başkalarının çıtıyla çıtçıtlayamazsa üşür. Fazla yaşayamaz ölür. Bu onu son derece romantik yapar.
Aslında ikiye, üçe, beşe bölünemeyen hiçbir şey bizi artıramaz. Tek başına kazanılmış her zafer, bize yenilgidir.
Belki de ben, sen, o; biz, siz, onlar birer mertebedir.
Ne bileyim belki de, benden onlara giderkenki tur rehberidir ruh.
Bu kolkola girip ‘we are the world' söyleyelim demek değil. Birimiz, önce kendimiz, sonra hepimiz için ortaya atmasa kendini, birlik olamayız değil mi?
Tuzluk gibi düşünün birliği. Tuzluğun içinde tuzlar. Birliğin içinde birler. Bugünkü konununsa sen mi ben miyle alakası yok. Bugün çıtçıtların günü. İnsanları birbirine yapıştıran şeyleri 3'e ayırma günü:
Kan, hayal, aşk.
Birinci yapıştırıcı: Kan.
Savaştaki kan değil. Barıştaki kan. Kanbağı. Aileler, akrabalar. O onu doğurdu, o da beni doğurdu çıtçıtı. Elimizin dilimizin en alıştığı çekirdek. Anne baba ve çocuklar. Bu çıtçıt, çıtçıtlandığı anda kaynar, derini söksen çıkmaz.
Onlar seni, sen olmadan çok önce sevmiştir. Seni dik durduğun zaman da, eğilip büküldüğünde de güzel bulurlar. Bir ömür görmeseler yüzünü unutmazlar, adını yanlış söylemezler. Bir gün aile kurmak istersen, ilk nasıl bir aileden geldiğin sorulur.
İkinci yapıştırıcı: Hayal.
Aklıma gelen en büyük örnek Atatürk. Biraz önce Tolga Örnek'in yapmış olduğu belgeseli izledim.Bir kez daha bir tek insanın hayal gücüyle, milyonlarca insanı nasıl birbirine yapıştırdığını gördüm.
Onları hayaliyle kendine çıtçıtlayıp, bir ağ yapmış.
Atatürk değilsen, özgürlük hayaliyle, savaştan bitmiş bir halkı daha güçlü bir savaşa güdüleyemezsin.
Hayalin, saltanatlığı cumhuriyete çevirmekse, Atatürk olman gerekir. En büyük harflerle, en okunur şekilde yazılman gerekir. Çaresizlikten güç alman ve ‘mutlu musunuz?' sorusuna, ‘mutluyum çünkü başardım' demen gerekir. Bence bütün okullarda bu belgesel gösterilsin. Hayat hayallerinin peşinden gitmekse, onun yolculuğundan daha büyük ilham düşünülmesin.
Üçüncü yapıştırıcı: Aşk.
Ah mon amour çıtçıtı! Çıtçıtlarken can yakan çıtçıt. Çıt diye kırıveren çıtçıt. Bir aşığın hormon kimyasına, körlüğüne ve ‘aşk için yapmayacağı şey yok'la ölçülen manevi kas kuvvetine bakarsak, düşer bayılırız.
O kulluğun, buyurganlığın, teslimiyetin en şahanesidir. Gözümüzü güzelliğe, kulağımızı şarkıya, tenimizi sıcağa açar.
İnsanlar aşkla yapışmak için ölürler.
‘I love you' yazan lovebug'larını açar, bilgisayarlarına virüs kaptırırlar.
‘Seni seviyorum'u klişe bulur, duyduklarında en beklenen bir sonla ölüp biterler. Birbirlerine çıtçıt gibi isimler takıp gezerler. Benim çıtım senmişsin derler.
İki aşık, kapalı bir parantez gibi sadece birbirine fısıldar.
İster başa dönün okuyun,
İster onlarla,
İster bunlarla,
İsterseniz bir tek onla olun.
Birincisi,
siz hep siz olun.
İkincisi,
şşşşşş sesi gelmeden
çıt sesini duymuş olun.
Amy Winehouse dinleyin=)
Çıtını başkalarının çıtıyla çıtçıtlayamazsa üşür. Fazla yaşayamaz ölür. Bu onu son derece romantik yapar.
Aslında ikiye, üçe, beşe bölünemeyen hiçbir şey bizi artıramaz. Tek başına kazanılmış her zafer, bize yenilgidir.
Belki de ben, sen, o; biz, siz, onlar birer mertebedir.
Ne bileyim belki de, benden onlara giderkenki tur rehberidir ruh.
Bu kolkola girip ‘we are the world' söyleyelim demek değil. Birimiz, önce kendimiz, sonra hepimiz için ortaya atmasa kendini, birlik olamayız değil mi?
Tuzluk gibi düşünün birliği. Tuzluğun içinde tuzlar. Birliğin içinde birler. Bugünkü konununsa sen mi ben miyle alakası yok. Bugün çıtçıtların günü. İnsanları birbirine yapıştıran şeyleri 3'e ayırma günü:
Kan, hayal, aşk.
Birinci yapıştırıcı: Kan.
Savaştaki kan değil. Barıştaki kan. Kanbağı. Aileler, akrabalar. O onu doğurdu, o da beni doğurdu çıtçıtı. Elimizin dilimizin en alıştığı çekirdek. Anne baba ve çocuklar. Bu çıtçıt, çıtçıtlandığı anda kaynar, derini söksen çıkmaz.
Onlar seni, sen olmadan çok önce sevmiştir. Seni dik durduğun zaman da, eğilip büküldüğünde de güzel bulurlar. Bir ömür görmeseler yüzünü unutmazlar, adını yanlış söylemezler. Bir gün aile kurmak istersen, ilk nasıl bir aileden geldiğin sorulur.
İkinci yapıştırıcı: Hayal.
Aklıma gelen en büyük örnek Atatürk. Biraz önce Tolga Örnek'in yapmış olduğu belgeseli izledim.Bir kez daha bir tek insanın hayal gücüyle, milyonlarca insanı nasıl birbirine yapıştırdığını gördüm.
Onları hayaliyle kendine çıtçıtlayıp, bir ağ yapmış.
Atatürk değilsen, özgürlük hayaliyle, savaştan bitmiş bir halkı daha güçlü bir savaşa güdüleyemezsin.
Hayalin, saltanatlığı cumhuriyete çevirmekse, Atatürk olman gerekir. En büyük harflerle, en okunur şekilde yazılman gerekir. Çaresizlikten güç alman ve ‘mutlu musunuz?' sorusuna, ‘mutluyum çünkü başardım' demen gerekir. Bence bütün okullarda bu belgesel gösterilsin. Hayat hayallerinin peşinden gitmekse, onun yolculuğundan daha büyük ilham düşünülmesin.
Üçüncü yapıştırıcı: Aşk.
Ah mon amour çıtçıtı! Çıtçıtlarken can yakan çıtçıt. Çıt diye kırıveren çıtçıt. Bir aşığın hormon kimyasına, körlüğüne ve ‘aşk için yapmayacağı şey yok'la ölçülen manevi kas kuvvetine bakarsak, düşer bayılırız.
O kulluğun, buyurganlığın, teslimiyetin en şahanesidir. Gözümüzü güzelliğe, kulağımızı şarkıya, tenimizi sıcağa açar.
İnsanlar aşkla yapışmak için ölürler.
‘I love you' yazan lovebug'larını açar, bilgisayarlarına virüs kaptırırlar.
‘Seni seviyorum'u klişe bulur, duyduklarında en beklenen bir sonla ölüp biterler. Birbirlerine çıtçıt gibi isimler takıp gezerler. Benim çıtım senmişsin derler.
İki aşık, kapalı bir parantez gibi sadece birbirine fısıldar.
İster başa dönün okuyun,
İster onlarla,
İster bunlarla,
İsterseniz bir tek onla olun.
Birincisi,
siz hep siz olun.
İkincisi,
şşşşşş sesi gelmeden
çıt sesini duymuş olun.
Amy Winehouse dinleyin=)
14 Ağustos 2008 Perşembe
veee perde!
kuşatabilen etkisi altına alabilen şeyler..
işte ben bunları seviyorum.
alkol,iyi müzik,iyi film,iyi kitap,belki iyi oyun..ws..
bazen bir film izlersiniz.sonraki bi kaç vakit hayatınızı o filmin içindeymiş filmdeki esas oğlanmış- esas kadınmış gbi yaşarsınız.tepkleriniz istemeden onlara kayar.kate olsa şöyle derdi dersiniz.
işte bunu seviyorum.hep etki altında olayım istiyorum=P
kendi benliğinden sıyrılıp başka şeyler olmaya çalışmak değil bu. fazlaca geçici.oyun gibi.farkında olmadan oynanan oyun gibi.
sanırım aşkın tanımı da bu.
bişeyin etkisine altına girmek.emir komutanın beyninden gitmesi.
kendini çok başka şeyler gibi görmek.
aşk bu sanrılardan ibaret.
sadece filmin etkisinden daha kuvvetli. daha uzun vadeli.
bide evet
daha bedelli.
kendine kurduğun ve üstünde oynadığın sahneden inmedikçe farketmessin sahnede olduğunu.
elinden kolundan çekerler sahne önündekiler.sıyrılırsın.inmezsin.kafana domates fln atarlar.komikmiş gibi.gülersin.
şimdi bilmiş bilmiş bunları sıralarsın. ama bilmek yetmez.
isteyince hemen unutursun...
işte ben bunları seviyorum.
alkol,iyi müzik,iyi film,iyi kitap,belki iyi oyun..ws..
bazen bir film izlersiniz.sonraki bi kaç vakit hayatınızı o filmin içindeymiş filmdeki esas oğlanmış- esas kadınmış gbi yaşarsınız.tepkleriniz istemeden onlara kayar.kate olsa şöyle derdi dersiniz.
işte bunu seviyorum.hep etki altında olayım istiyorum=P
kendi benliğinden sıyrılıp başka şeyler olmaya çalışmak değil bu. fazlaca geçici.oyun gibi.farkında olmadan oynanan oyun gibi.
sanırım aşkın tanımı da bu.
bişeyin etkisine altına girmek.emir komutanın beyninden gitmesi.
kendini çok başka şeyler gibi görmek.
aşk bu sanrılardan ibaret.
sadece filmin etkisinden daha kuvvetli. daha uzun vadeli.
bide evet
daha bedelli.
kendine kurduğun ve üstünde oynadığın sahneden inmedikçe farketmessin sahnede olduğunu.
elinden kolundan çekerler sahne önündekiler.sıyrılırsın.inmezsin.kafana domates fln atarlar.komikmiş gibi.gülersin.
şimdi bilmiş bilmiş bunları sıralarsın. ama bilmek yetmez.
isteyince hemen unutursun...
11 Ağustos 2008 Pazartesi
Teşekkür Ederim.
Sevmek eski bir yolcu, artık geri dönmeyecek. Ayrılık bir şarkı, kimse dinlemeyecek. Aşk eski bir palavra, artık burdan geçmeyecek.
İnanmak bir yol, kimse yürümeyecek.
Hayır, istemem bir başkasını.
Yalnız da ayağa kalkabilirim.
Hayır, dokunma bir başkasına.
Ben tutunmadan da ayağa kalkabilirim..
İnanmak bir yol, kimse yürümeyecek.
Hayır, istemem bir başkasını.
Yalnız da ayağa kalkabilirim.
Hayır, dokunma bir başkasına.
Ben tutunmadan da ayağa kalkabilirim..
6 Temmuz 2008 Pazar
bir.alıntı.
Bir uçtan bir uca, yazından bir bahara, dairesel yalnızlık bu yuvarlağın köşeleri..
Direndiğimiz onca uçurumun ölüm gülüşü kadar çaresiz..-ki çaresizliğin üstüne kaya gibi düşen boktan gülümsemeler yaşıyor yuvarlağın köşeleri..
Onca trafiğin korna çalan odunları, ıslak diye ateşte yanamıyorsa,
Yanar alev alev... yuvarlağın köşeleri...
Brandasında mavi mavi parlayan “affet beni”..
ve gözünde iki dirhem sarhoşluğun pişmanlık izleri,perdesi aralı, gönlü yaralı yuvarlağın köşeleri..
Istanbul düşse üstüne gecenin,
İzmirde kordon sallanır, Ankarada kocatepe..
minör’e takılır bu kez..yuvarlağın köşeleri..
günler önce düşüne sığmayan sevimli jelibon tadı eksik damağında şimdi.
Sessiz sedasız iç çekişin,
Gizliden gizliye özleyişin, bültenlerin gündemine emine..
Sende mi seviyorsun ne ? yuvarlağın köşeleri..
“Günaydının,
Nar çiçeğin
Sevdiğin”
ve uğruna atmış dakikalık yolu çektiğin sevgilin,
portakal suyundaki parçacıklarda bekliyor seni.. yuvarlağın köşeleri..
Kahpe bir ömrün harabe düşlerinden sıyrılırken söylüyordu dilin..
“içeri, hep içeri yalnızlıklar yaşıyorum”..
Kapı dışarı, haşarı, yaramaz bu sevgilin.. yuvarlağın köşeleri..
Ha Unutmadan..Seviyorum seni.. yuvarlağın köşeleri..
Direndiğimiz onca uçurumun ölüm gülüşü kadar çaresiz..-ki çaresizliğin üstüne kaya gibi düşen boktan gülümsemeler yaşıyor yuvarlağın köşeleri..
Onca trafiğin korna çalan odunları, ıslak diye ateşte yanamıyorsa,
Yanar alev alev... yuvarlağın köşeleri...
Brandasında mavi mavi parlayan “affet beni”..
ve gözünde iki dirhem sarhoşluğun pişmanlık izleri,perdesi aralı, gönlü yaralı yuvarlağın köşeleri..
Istanbul düşse üstüne gecenin,
İzmirde kordon sallanır, Ankarada kocatepe..
minör’e takılır bu kez..yuvarlağın köşeleri..
günler önce düşüne sığmayan sevimli jelibon tadı eksik damağında şimdi.
Sessiz sedasız iç çekişin,
Gizliden gizliye özleyişin, bültenlerin gündemine emine..
Sende mi seviyorsun ne ? yuvarlağın köşeleri..
“Günaydının,
Nar çiçeğin
Sevdiğin”
ve uğruna atmış dakikalık yolu çektiğin sevgilin,
portakal suyundaki parçacıklarda bekliyor seni.. yuvarlağın köşeleri..
Kahpe bir ömrün harabe düşlerinden sıyrılırken söylüyordu dilin..
“içeri, hep içeri yalnızlıklar yaşıyorum”..
Kapı dışarı, haşarı, yaramaz bu sevgilin.. yuvarlağın köşeleri..
Ha Unutmadan..Seviyorum seni.. yuvarlağın köşeleri..
3 Temmuz 2008 Perşembe
yuvarlağın köşeleri.
aşka gönül ile düşersen yanarsın.
zeka ile düşersen kavrulursun.
akıl ile düşersen çıldırırsın.
duygu ile düşersen gülünç olursun.
aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
sersem sersem bakınıp durma bir yol seç
zeka ile düşersen kavrulursun.
akıl ile düşersen çıldırırsın.
duygu ile düşersen gülünç olursun.
aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
sersem sersem bakınıp durma bir yol seç
7 Haziran 2008 Cumartesi
".ben"
Kendi yalnizligimla çok bogustum ben, kendimden pek çok "ben" yarattim sonunda hangisinin hammadde oldugunu unuttum, ömrü bir kelebek kadar olan mutluluklara sarildim çogu zaman, bazen de findik kabugunu doldurmayacak acilari birbirinin ucuna ekledim ve bir zincir yarattim, onu kalbime bagladim ki aci çeksin büyüsün kirsin tüm tabulari, kutsal gelenleri, özgürlessin, ama her sabah kalktigimda biraz daha umursamazdim düne göre, ertesi güne ragmen, daha az özgürdüm, kendimi kendi yarattigim o altin kafese hapsetmistim, parmakliklarin isiltisi gözümü öyle kamastiriyordu ki dünyayi da öyle isiltili zannediyordum. Farkettim ki ben kendimi anlatmaya çalisirken saklamaya çalisiyordum aslinda, beni ben yapanlari, kimligimi, dünümü ve yarinimi..
Ben o dondurucu soguk yüzüme çarpmasa o sahneye ayak basmazdim bile. Gerçeklesmeyen hayallerin hayaletleri kösebaslarinda dolasmasa ve yarinimi karartmasa bulamazdim yolumu, asla yakmazdim bana rehberlik edecek o mumu. Neyi özledigimi bilmeden özlüyorum bir seyleri, hem de çok. Yer yüzündeki her karaya ayak basmak, her çiçegi koklamak, her dili konusmak, herkesi tanimak, her denizde yüzmek, her daga tirmanmak istiyorum.Bazen günes olmak istiyorum herkesin gününe dogabilmek, bir seyleri degistirebilmek, her seye tepeden bakabilmek adina.
Klise cümlelerimi, sadece 1 saniyeligine anlamli gelen tüm cümleleri, "ben" özneli, anlamsizligini gizlemek adina sayfalarca süren o uzun cümleleri gömmek istiyorum bir yerlere, en derinlere. Ama ben onun üzerine bir parça toprak attigimda o daha fazla büyüyor, yeseriyor, kocaman bir agaç oluyor ve karartiriyor tüm dünyayi, benim dünyami.
Yagmur yagiyor, penceremi dövüyor damlalar. Ve ben dünyanin en mutlu insaniyim, çünkü biliyorum ki bu yazi zaten daha önce yazildi. Bu hayat daha önce yasandi. Bütün asklar özeldi, bütün arkadasliklar degerliydi, bütün anilar özlenirdi. Her insan kendini bir bütünün parçasi olarak görürdü, o olmasa o bütün varolmazmis gibi ve de ilginçtir ki herkes kendi bütünün merkezinde bulunurdu. Anliyorum bunu ilginç degil aslinda, her sey siradan, anlamsiz gelen her sey anlamli, anlamli gelenlerse bir o kadar saçma. Sasiriyorum çogu zaman her seye, bazen de öylesine olagan ki her sey.
Öyleyse sen sadece o kaldirimlarda, issiz sokagin terkedilmis evlerinde, o evlerin pencerelerinde perdelerinde, sokak lambalarinda, üzerime çöken gökyüzünde, beni sirilsiklam eden yagmurda, içimi isitan güneste gizli degilsin…Ben herkesim, ben hiçkimseyim, sen de öylesin. Seni sen yapanlar çok farkli, seni sen yapanlar hep ayni.
Tüm farkliliklar birbirinin tekrari, kopyasi…
Ben o dondurucu soguk yüzüme çarpmasa o sahneye ayak basmazdim bile. Gerçeklesmeyen hayallerin hayaletleri kösebaslarinda dolasmasa ve yarinimi karartmasa bulamazdim yolumu, asla yakmazdim bana rehberlik edecek o mumu. Neyi özledigimi bilmeden özlüyorum bir seyleri, hem de çok. Yer yüzündeki her karaya ayak basmak, her çiçegi koklamak, her dili konusmak, herkesi tanimak, her denizde yüzmek, her daga tirmanmak istiyorum.Bazen günes olmak istiyorum herkesin gününe dogabilmek, bir seyleri degistirebilmek, her seye tepeden bakabilmek adina.
Klise cümlelerimi, sadece 1 saniyeligine anlamli gelen tüm cümleleri, "ben" özneli, anlamsizligini gizlemek adina sayfalarca süren o uzun cümleleri gömmek istiyorum bir yerlere, en derinlere. Ama ben onun üzerine bir parça toprak attigimda o daha fazla büyüyor, yeseriyor, kocaman bir agaç oluyor ve karartiriyor tüm dünyayi, benim dünyami.
Yagmur yagiyor, penceremi dövüyor damlalar. Ve ben dünyanin en mutlu insaniyim, çünkü biliyorum ki bu yazi zaten daha önce yazildi. Bu hayat daha önce yasandi. Bütün asklar özeldi, bütün arkadasliklar degerliydi, bütün anilar özlenirdi. Her insan kendini bir bütünün parçasi olarak görürdü, o olmasa o bütün varolmazmis gibi ve de ilginçtir ki herkes kendi bütünün merkezinde bulunurdu. Anliyorum bunu ilginç degil aslinda, her sey siradan, anlamsiz gelen her sey anlamli, anlamli gelenlerse bir o kadar saçma. Sasiriyorum çogu zaman her seye, bazen de öylesine olagan ki her sey.
Öyleyse sen sadece o kaldirimlarda, issiz sokagin terkedilmis evlerinde, o evlerin pencerelerinde perdelerinde, sokak lambalarinda, üzerime çöken gökyüzünde, beni sirilsiklam eden yagmurda, içimi isitan güneste gizli degilsin…Ben herkesim, ben hiçkimseyim, sen de öylesin. Seni sen yapanlar çok farkli, seni sen yapanlar hep ayni.
Tüm farkliliklar birbirinin tekrari, kopyasi…
28 Mayıs 2008 Çarşamba
-Le Petit Prince-
“ve geceleri gökyüzüne bakarsın. her şeyin çok küçük olduğu gezegenimin yerini gösteremem sana. belki böylesi daha iyi. yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin... hepsi senin dostların olacak. hem sana bir armağan vereceğim..."
"yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım. ben gülüyor olacağım bir tanesinde. ve geceleyin gökyüzüne baktığında bütün yıldızlar gülüyor gibi olacak... yalnızca senin gülen yıldızların olacak!"
"ve üzüntün hafiflediğinde (zaman bütün acıları hafifletir) beni tanımış olmak hep seni mutlu edecek, dostum olarak kalacaksın.
benimle gülmek isteyeceksin. bunun için de arada bir pencereni açacaksın...
dostların gökyüzüne bakıp bakıp güldüğünü görünce çok şaşıracaklar!
onlara 'yıldızlar hep güldürür beni!' diyeceksin. deli olduğunu düşünecekler. sana nasıl bir oyun oynadığımı görüyorsun..."
"acı çekiyormuş gibi bakacağım. biraz da ölüyormuşum gibi... evet, öyle. bunu görmeye gelme. görmeye değmez."
"gelmemeliydin. acı çekeceksin. ölmüşüm gibi olacak, ama ölmeyeceğim..."
"anlamalısın. çok uzak. bu gövdeyi oraya taşıyamam. çok ağır."
"atılmış, eski bir deniz kabuğu gibi olacak. bunda üzülecek bir şey yok..."
-gunaydin, dedi kucuk prens
-gunaydin,dedi satici
susuzluk giderici haplar satan bir adamdi bu.haftada bir hap ictiniz mi, artik icecek bir sey aramiyordunuz.
-bunlari neden satiyorsun? diye sordu kucuk prens.
-zamanin bos yere harcanmasini onlemek icin.uzmanlarin hesabina gore,bu haplar alininca haftada elli uc dakika kazaniliyor.
-peki bu elli uc dakikada ne yapacagiz?
-canin ne isterse
-keyfimce harcayacak elli uc dakikam olsaydi,agir agir bir cesmeye dogru yururdum,dedi kucuk prens.
....
-senin ordaki insanlar, dedi kucuk prens, bir bahcenin icinde binlerce gul yetistiriyorlar ama yine de aradiklarini bulamiyorlar.
-dogru, bulamiyorlar dedim.
-aslinda aradiklari tek bir gulde, ya da bir damla suda bulunabilir.
-evet, haklisin dedim.
-ama kordur gozler. insan ancak yuregiyle baktigi zaman gercekleri gorebilir...
....
“eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. sonra kendini anlatmaya başladı: “yaşamım çok monotondur. ben tavukları avlarım, avcılar da beni. bütün tavuklar birbirine benzer. bütün insanlar da öyle. bu yüzden biraz sıkılıyorum. ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. şu ekin tarlalarını görüyor musun? ben ekmek yemem. buğday benim hiçbir işime yaramaz. bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. buna üzülüyorum. ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. altın renkli saçların var senin. ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.
sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“senden rica ediyorum. lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“elbette” dedi küçük prens.
“ama pek fazla vaktim yok. yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.” “sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki.
“insanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. her şeyi dükkandan hazır alırlar. ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“çok sabırlı olman gerekiyor. önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
ertesi gün küçük prens yine geldi.
“her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki.
“örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. mutluluğun bedelini öğrenirim. ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. insanın gelenekleri olmalıdır.
“gelenek nedir?”
“bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki.
“bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. perşembeleri kızlarla dansa giderler. bu yüzden de perşembe benim için harika bir gündür. üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”
böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. ve ayrılma vakti geldiğinde
“ah! sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“bu senin hatan” dedi küçük prens.
“ben sana zarar vermek istemedim. seni evcilleştirmemi sen istedim.
“doğru, haklısın” dedi tilki.
“ama ağlayacağını söyledin!”
“evet, öyle.”
“o halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“hayır, oldu. buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. şimdi git ve güllere bir kez daha bak. o zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
...
"..güzelsiniz ama boşsunuz, diye ekledi. kimse sizin için canını vermez. buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile, o tek başına topunuzdan önemlidir. çünkü üstünü fanusla örttüğüm odur, rüzgardan koruduğum odur, kelebek olsunlar diye bıraktığımız birkaç tanenin dışında bütün tırtılları uğruna öldürdüğüm odur. yakınmasına, böbürlenmesine, hatta susmasına kulak verdiğim odur. çünkü benim gülümdür o.."
...
"hic kimsenin kitabımı ozensizce okumasini istemem dogrusu. bu anilarimi yazarken cok uzuntulu anlar yasadim. arkadasim koyunu ile birlikte beni birakip gideli tam 6 yil oldu. onu burada anlatmaya cabaliyorsam, bu biraz da onu unutmamak icin. arkadasi unutmak cok uzucu bir sey. herkesin arkadasi olmamistir. arkadasimi unutursam, kendimi o sayilardan baska bir seye deger vermeyen buyukler gibi hissederim sonra..."
....
"gökyüzüne bakın. kendi kendinize sorun: yedi mi? yemedi mi? ne kadar çok şeyin değiştiğini göreceksiniz. hiçbir büyük bunun ne kadar önemli bir sorun olduğunu anlayamaz!"
-...küçükken okunup büyüdükce anlaşılan...-
"yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım. ben gülüyor olacağım bir tanesinde. ve geceleyin gökyüzüne baktığında bütün yıldızlar gülüyor gibi olacak... yalnızca senin gülen yıldızların olacak!"
"ve üzüntün hafiflediğinde (zaman bütün acıları hafifletir) beni tanımış olmak hep seni mutlu edecek, dostum olarak kalacaksın.
benimle gülmek isteyeceksin. bunun için de arada bir pencereni açacaksın...
dostların gökyüzüne bakıp bakıp güldüğünü görünce çok şaşıracaklar!
onlara 'yıldızlar hep güldürür beni!' diyeceksin. deli olduğunu düşünecekler. sana nasıl bir oyun oynadığımı görüyorsun..."
"acı çekiyormuş gibi bakacağım. biraz da ölüyormuşum gibi... evet, öyle. bunu görmeye gelme. görmeye değmez."
"gelmemeliydin. acı çekeceksin. ölmüşüm gibi olacak, ama ölmeyeceğim..."
"anlamalısın. çok uzak. bu gövdeyi oraya taşıyamam. çok ağır."
"atılmış, eski bir deniz kabuğu gibi olacak. bunda üzülecek bir şey yok..."
-gunaydin, dedi kucuk prens
-gunaydin,dedi satici
susuzluk giderici haplar satan bir adamdi bu.haftada bir hap ictiniz mi, artik icecek bir sey aramiyordunuz.
-bunlari neden satiyorsun? diye sordu kucuk prens.
-zamanin bos yere harcanmasini onlemek icin.uzmanlarin hesabina gore,bu haplar alininca haftada elli uc dakika kazaniliyor.
-peki bu elli uc dakikada ne yapacagiz?
-canin ne isterse
-keyfimce harcayacak elli uc dakikam olsaydi,agir agir bir cesmeye dogru yururdum,dedi kucuk prens.
....
-senin ordaki insanlar, dedi kucuk prens, bir bahcenin icinde binlerce gul yetistiriyorlar ama yine de aradiklarini bulamiyorlar.
-dogru, bulamiyorlar dedim.
-aslinda aradiklari tek bir gulde, ya da bir damla suda bulunabilir.
-evet, haklisin dedim.
-ama kordur gozler. insan ancak yuregiyle baktigi zaman gercekleri gorebilir...
....
“eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. sonra kendini anlatmaya başladı: “yaşamım çok monotondur. ben tavukları avlarım, avcılar da beni. bütün tavuklar birbirine benzer. bütün insanlar da öyle. bu yüzden biraz sıkılıyorum. ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. şu ekin tarlalarını görüyor musun? ben ekmek yemem. buğday benim hiçbir işime yaramaz. bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. buna üzülüyorum. ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. altın renkli saçların var senin. ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.
sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“senden rica ediyorum. lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“elbette” dedi küçük prens.
“ama pek fazla vaktim yok. yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.” “sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki.
“insanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. her şeyi dükkandan hazır alırlar. ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“çok sabırlı olman gerekiyor. önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
ertesi gün küçük prens yine geldi.
“her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki.
“örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. mutluluğun bedelini öğrenirim. ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. insanın gelenekleri olmalıdır.
“gelenek nedir?”
“bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki.
“bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. perşembeleri kızlarla dansa giderler. bu yüzden de perşembe benim için harika bir gündür. üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”
böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. ve ayrılma vakti geldiğinde
“ah! sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“bu senin hatan” dedi küçük prens.
“ben sana zarar vermek istemedim. seni evcilleştirmemi sen istedim.
“doğru, haklısın” dedi tilki.
“ama ağlayacağını söyledin!”
“evet, öyle.”
“o halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“hayır, oldu. buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. şimdi git ve güllere bir kez daha bak. o zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
...
"..güzelsiniz ama boşsunuz, diye ekledi. kimse sizin için canını vermez. buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile, o tek başına topunuzdan önemlidir. çünkü üstünü fanusla örttüğüm odur, rüzgardan koruduğum odur, kelebek olsunlar diye bıraktığımız birkaç tanenin dışında bütün tırtılları uğruna öldürdüğüm odur. yakınmasına, böbürlenmesine, hatta susmasına kulak verdiğim odur. çünkü benim gülümdür o.."
...
"hic kimsenin kitabımı ozensizce okumasini istemem dogrusu. bu anilarimi yazarken cok uzuntulu anlar yasadim. arkadasim koyunu ile birlikte beni birakip gideli tam 6 yil oldu. onu burada anlatmaya cabaliyorsam, bu biraz da onu unutmamak icin. arkadasi unutmak cok uzucu bir sey. herkesin arkadasi olmamistir. arkadasimi unutursam, kendimi o sayilardan baska bir seye deger vermeyen buyukler gibi hissederim sonra..."
....
"gökyüzüne bakın. kendi kendinize sorun: yedi mi? yemedi mi? ne kadar çok şeyin değiştiğini göreceksiniz. hiçbir büyük bunun ne kadar önemli bir sorun olduğunu anlayamaz!"
-...küçükken okunup büyüdükce anlaşılan...-
.İki Bıçak
İki bıçak seç kendine
Biri yaralamak için
Biri öldürmek
Pusu kur gözleri
Karanlık gölgesine
Biri sevmek için
Biri ihanet
İki yürek seç kendine
Biri yaşamak için
Biri gizlenmek
Bir korkak, bir kaçak, bir firar
Kaç kişisin sen sevdiğim çocuk
İçimdeki bıçak bir kere daha dönüyor
Olduğu yerde
Kalırsan sel basar yataklarımı
Gidersen uçurum çiçekleri açar kalbimde
Kimi zamanlar olur sevgilim
İki bıçak bile yetmez bir tek ölüme
(M.M.)
Biri yaralamak için
Biri öldürmek
Pusu kur gözleri
Karanlık gölgesine
Biri sevmek için
Biri ihanet
İki yürek seç kendine
Biri yaşamak için
Biri gizlenmek
Bir korkak, bir kaçak, bir firar
Kaç kişisin sen sevdiğim çocuk
İçimdeki bıçak bir kere daha dönüyor
Olduğu yerde
Kalırsan sel basar yataklarımı
Gidersen uçurum çiçekleri açar kalbimde
Kimi zamanlar olur sevgilim
İki bıçak bile yetmez bir tek ölüme
(M.M.)
13 Ocak 2008 Pazar
arayış(.)
Belki bir yalan'dır.. Kendiliğinden.
Bir korku'dur belki, Saklanandır.. Çirkinliğinden.
Bir soru olsa gerek; Sorulmadığındandır..
Birden..
Bir korku'dur belki, Saklanandır.. Çirkinliğinden.
Bir soru olsa gerek; Sorulmadığındandır..
Birden..
3 Ocak 2008 Perşembe
-iyi olma olgusu-
Takacak kulplarım aldılar başlarını gittiler.Anlıyorum ki birşeyleri çürütmeye çalışabilmek,çürütme gereği duyulan birşeyler bulabiliyor olmak ne büyük nimet lütufmuş.
Nasıl bi insana iyi olduğu için kızılamazsa, sadece ona ait olan bi kararı için de yüz dökülmez.
Sen hep susmalar biriktirdin bense sessizliği kahkahayla karışık hıçkırıklarla bozdum.Hep yerine başkaları konuştu..öfkenin yerine anlayışın, hırsının yerine hoşgörün,kavganın yerine suskunluğun..**
Nasıl bi insana iyi olduğu için kızılamazsa, sadece ona ait olan bi kararı için de yüz dökülmez.
Sen hep susmalar biriktirdin bense sessizliği kahkahayla karışık hıçkırıklarla bozdum.Hep yerine başkaları konuştu..öfkenin yerine anlayışın, hırsının yerine hoşgörün,kavganın yerine suskunluğun..**
**
(ocak '08 .mena.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)