28 Ekim 2010 Perşembe

"Altıgen sınırlar var her yanımda köşelerini bilmediğim kenarlar acıtıyor ruhumu. Hizaya dizilmiş askerler gibi simetriğiz, disiplin içip sabahları demir kokusunu yanağımıza bastırıyoruz."

26 Ekim 2010 Salı

Hayat kısa.

Bütün yollar uzun. 

Herkes köşeli.

Dünya yuvarlak. (bkz. Ay tutulmasının gölgesi)

Varılacak yer yok.

Sadece yolculuk var.

Kelimelerin içi boş, dışı süslü.

Sadece gözler ve davranışlar gerçek.

Bazı çiçekler pembe, bazlıları beyaz, bazıları dikenli.

Herkes bir yerinde güzel. 

Herkes her şeyi yapmaya muktedir. 

Ağaçlar sonbahara aşık. 

Herkesin tamamen soyunabileceği birine ihtiyacı var.

Herkesin bir ara her şeyini soymaya ihtiyacı var.

Dışarısı soğuk. 

Kadınlarla erkekler benzemez. 

Herkeste ortak olan, farklı olandan çok. 

Sokakta aklına bir şey gelince gülenler, aşık.

Bir erkeğe, bir kadına, bir hayvana ya da bir çocuğa. 

Canlılarla sarılı değilsen, hayatın kurak. 

Affetmek ve kabul etmek birbirine benzer.

Her şeye başka bir şekilde yeniden bakılabilir.

Her gün teşekkür etmek iyidir.

Her gün şükretmek iyidir.

Her gün en azından birini ya da bir şeyi biraz daha sevmek iyidir.

Koşmasan da olur.

Yürümek insana hep bir sonrası olduğunu hatırlatır.

Bir yerden gidilmez, hiçbir şey bitmez.

Düşündüğün şeyler sana şekil verir.

Bazen sopa gibi olursun, bazen ay çöreği, bazen sabun gibi köpüklü.

Ne düşünüyorsan öyle.

Herkes her şeyi hisseder.

Bulaşık yıkamak ve yemek yapmak anne.

Aile en sağlam sığınak.

Belli bir yaştan sonra herkesin yüzü üzgün.

Alışkanlıkları terk etmek alışılmadık.

Delilik yaygın.

Bazı şarkılar kalbi ikiye ayırabilir.

Altı ay sonra ölecek olsan nasıl yaşardın?

Tek soru var o da bu.

İnsan gelecekkolik.

Gelecek daha gelmemiş bir şimdi.

Geçmiş olmuş bitmiş şimdiler. 

Asansörde yanındakilerle konuş. 

Konuşmamak ruhu kısar. 

'Off' diye bağır, 'hey' diye bağır, 'aaaa' diye bağır.

Yüksek sesler çıkarmak, coşkulu şeyleri yanına çağırır.

Ne yöne saparsan sap, virajlı. 

Hayat anlar gibi olunamayan şey.

Paylaşmaktan başka şansın yok. 

Hayatındaki her şeyi serbest bırak. 

Yerçekimine güven.

Sayıklamak serbest.

'Sen yeter ki sev' şarkı sözü.

24 Ekim 2010 Pazar

çalışıyom ben yaa!

"Zeki ama çalışmıyor çalışsa yapar" grubu kötü niyetli uyanık gruplar tarafından, zeki ama çok uyanık olmayan grubu içine alıp elemek için kurulmuştur. Zeki olup çalışmıyor olmak sanıldığı gibi "keh keh aslında çalışsam yapabilirdim en birinci ben olurdum ama çalışmadım olsun ben zekiyim onlar salak hayat kısa eğlenmene bak yehuu! " artistliğinin yapılması gereken bir grup değildir. Bu bir artistlik hiç değildir. Bir şeyi çalışmadığı için yapamamış olmakla çalışıp salak olduğu için yapamamış olmak arasında pratikte hiç bir fark yoktur. İkisi de yapamamıştır. Kimse işi gücü bırakıp da neden yapamadığını sorgulamaz. Hatta yapabilcek kapasitesi varken sırf çalışmadığı için yapamamış olması çalışıp da salaklığından yapamamış olmasından daha büyük salaklıktır. bknz. kapasite kullanım oranı. bknz. bunları nerden biliyorum. bknz. çünkü ben de onlardanım. bknz. kandırıldım. bknz. bir bildiğim olmasa konuşmam dimi  bknz. al şimdi kendine küpe yap bu dediklerimden.  bknz. bakınızların bokunu çıkartmak. bknz. asjshdkdhgaksoö

21 Ekim 2010 Perşembe

replay.

Sınıfın öbür ucunda tek ayak üstünde durma cezası almış çocuklar gibiyim. Üzülmeye hep uzaklara gidiyorum. En çok da kendimden çok uzaklara.

Affetmemeyi marifet sanan kalplerimiz, hiç bir bok bilmiyorlar aslında. 
Bunun dünyanın öbür ucuna da gitsen silinmeyen tek ayak üstü cezası olduğunu bile bilmiyorlar.

Ağırlık merkezim tek ayağımın ucu oldu elini uzatanlar dengemi bozdu ama benim burdan seke seke de olsa gitmem gerek. Bu defa hiç değilse çamursuz bir yerde düşebilmem gerek.






14 Ekim 2010 Perşembe

fitter happier.

sabah uyandım. gözümü açınca tavandaki bulutların arasından keskin bir ışık hüzmesi halindeki mutsuzluk saldırısı yüzünden gözlerimi ellerimle kapatmak zorunda kaldım.saldırı tekrarlanmasın diye sıcağa bile aldırış etmeden kafama yorganı çektim. sonra sanırım sıcaktan bayılmışım, ama uyuyorum sandım o an.
sonra bütün ülkede olağanüstü hal alarımları çalmaya başlamış sese tekrar uyandım. ama ilk uyandığımda kıyamette çalınacak olduğunu hep duyduğum sur sesi sanıp çok korktum.
neyse sokağa çıkma yasağı işime geldi. sıcakta bayılmanın etkisiyle midem hala bulandığından kahvaltı edemedim. zaten bütün o kıtlık olacak uyarılarına kulak asmamış ve evde yiyeceksiz kalmıştım. babamın son gelişinde salona süs olsun diye getirdiği karpuzu tırtıkladım. çok güzel karpuz keserim normalde ama onu kesmeye kıyamadım. bir ara salon kapısında biriyle karşılaştım hırsız olduğunu beni bıçakladığında anladım. uyandığımda gitmişti çok sevindim.
bi durup etrafa bakınca herkesin nereye gittiğini merak ettim. aklıma geldi sonra hepsini kovduğum.
ama nedenini hatırlayamadım.
sonra bütün kağıtları buruşturup denize attım.deniz kokusunu ciğerlerime çekip kendimi zehirlemeye çalıştıysam da beceremedim.yüzen kağıtlara bakarak hayal kurdum.hayatın ne kadar güzel olduğunu düşünüp ağladım. sonra mavi otobüse binip evime gittim ve bütün ışıkları yakıp beklemeye başladım...


'06/08/2010'

4 Ekim 2010 Pazartesi

bir olasılıksın.

Kendimi tanıyamıyorum.

Yine de nereye istersem oraya gidiyorum.

Neyi düşünsem , onu bilirim onu olurum.

Gözlerinden once kulakları vardı.  

Sanki bir gülüşü değil bir uçuruşu biliyordu;

Her yer bana yakın!

İç içe geçirilmiş olduğumuz bu yerde, sen bana her yerden yakın.

Bir  vardı.  bir yoktu.  bir hiçlikti.  sonsuzdu. 

Bir ana gülümsedi. Keşke hiç bitmeseydi.. derken.

Başka bir günde, başka bir alemde buluşuruz,  gözümüzü hiç 

kırpmadan. 

Benimle bir hayattan korkuyor olamazsın?

Ben bazen korkuyor olsam da,

Sana şu kadar basit bişey söyleyebilirim,

Sonu su çölün

ve dalgalar kırılıyor,

gülmekten!





yasemin mori candır 'ı daha önce de demiştim.