20 Ağustos 2008 Çarşamba

tam sopalığız!

Kimsin sen? Seni ne mutlu eder?
Mesela ben, bu yaz, boncuk misali misinamdan kopup dağıldım. Yerçekimine teslim oldum ve yuvarlandım. Seviyorum bu yeni halimi. Daha az kontrollü. Biraz likörlü. Rahat.
Sanki bir cam açıldı da içimde, yüzüme rüzgar vuruyor. Kapılarımı açtım. Çok kilitlemişim canım ben de. O kadar da izole olmaya gerek yok. O kadar da suç yok mahallede.
Kapıların altından taştım dışarı, bir madde gibi. Şimdi bunu size anlatmak zor. Ama anladınız. Basit sorularla karşılaştım. Karşılandım desem daha doğru. Bence insan karşılaşmıyor, karşılanıyor. Çünkü sen gidiyorsun, sen çağırıyorsun, bir şeyler de seni karşılıyor işte.
Biraz cesaretle kaybolursan, fantastik filmlerdeki gibi, tuhaf dost yaratıklar ’hoş geldin’ diyerek, seni yeni bir haline buyur ediyorlar.
Benim bu halime gelmem için, hayatın basit sorularına cevap vermem gerekti. Bir tür kapı parolası diyelim. İnsan kendine, süper karışık sorular kokteylleri hazırlayıp, onlarla sarhoş oluyor. Sağa sola çarpıp, evini bulamıyor icabında.
Halbuki hiç gerek yok. Basit sorulara cevap vermek, insanı ayık yapar. Ayık tutar.
Mesela şu: Kimsin sen? Seni ne mutlu eder?
Öyle basit ve çocukça bir soru ki, insan cevabına yeltenmeyebilir. Gibi gelebilir. Fakat dönüp dönüp bir daha bakın bakın bakalım. Kolay mı cevabı. Kesinlikle değil.
Hele benim gibi, beyninin kabloları karışmış bir tip için.
En kalın iki kablo bunlar bile olsa, gö re mi yo rum bile!
Sustum ben, kendime bu soruları sorunca. Aklıma hemen, herkese giden cevaplardan geldi. Ama yolladım. Cevap da basit olmalı. Bir paragraf olmamalı.
Öyle politik, yapay olmamalı. Dümdüz bir cevap olmalı.
Sopa gibi.Herkes kendini, arada bir balkondan sarkıtıp sopalamalı.
Arkadaşlarını, sevgilisini, kimi varsa sopalamalı.

Hiç yorum yok: